Atina’da Bir Macera: Birinci Gün
Yunanistan tatilimize nasıl başladık dersiniz? Uçağı kaçırarak! Evet, İstanbul Havalimanı’nda biraz fazla rahat takılınca, uçağımızı kaçırmayı başardık. İlk başta ufak bir panik yaşamadık desek yalan olur… Ama hemen toparladık: “Neyse, yarın sabahki uçakla gideriz, sonuçta asıl olay eğlenmek, değil mi?” dedik. Belki de bu tatilin bize bolca sürpriz getireceğini o anda anladık!
Ertesi sabah erkenden kalkıp nihayet Atina’ya uçuyoruz! Uçakta bile birbirimize bakıp, “Bakalım bugün başımıza neler gelecek?” diye gülmeden duramadık. Neyse ki bu sefer uçuşumuz sorunsuz geçti ve Atina’ya vardık. Hemen trene atlayıp Airbnb’ye doğru yola çıktık, yeni maceralar bizi bekliyor!
Atina Merkez’e Giden Yol: Airbnb’ye Ulaşım
Atina Havalimanı’ndan şehir merkezine ulaşmak aslında çok kolay. Havalimanından mavi hat metrosuna bindik, yaklaşık 40 dakikalık bir yolculuğun ardından Evangelismos durağında indik. Buradan sadece 3-5 dakika yürüyüş yaparak Airbnb’mize ulaştık. İtiraf edelim, biraz yorgunduk ama Airbnb evini gördüğümüzde tüm yorgunluk uçup gitti! Burası tam bir ev gibi hissettirdi: 2 odalı, geniş, ferah bir mutfak, ayrı bir banyo… Hemen eve yerleştik ve kendimizi evde gibi hissettik.
Pagrati’den Plaka’ya: Sokak Sanatı ve Tarihin İzleri
Evde biraz dinlendikten sonra “Hadi, Atina’yı keşfedelim!” dedik. Pagrati’den National Garden boyunca yürüdük. Yemyeşil bahçenin içinde kaybolmak o kadar keyifliydi ki!
Derken kendimizi Plaka’nın renkli sokaklarında bulduk. Burası adeta Atina’nın kalbi! Zara’dan Flying Tiger’a kadar uzanan mağazalar, her köşe başında karşımıza çıkan sevimli dükkanlar, sokak satıcıları… Tam bir alışveriş cenneti!
Gezmeye devam ettik ve kendimizi Panaghia Kapnikarea Kilisesi’nin önünde bulduk. Bu kilise, Bizans dönemine ait ve mimarisiyle insanı büyülüyor. Ardından Agia Irini Kilisesi’ni de gezdik. Her ikisi de Atina’nın tarihi dokusunu iliklerinize kadar hissetmenizi sağlıyor. Sokaklarda dolaşırken karşılaştığımız duvar sanatı ise tam bir görsel şölen! Her köşede farklı bir graffiti ile karşılaşıyorsunuz ve bu sanat eserlerinin önünde durup bol bol fotoğraf çekmemek imkansız!
Adrianou’da Akşam Yemeği ve Canlı Müzik
Günün sonunda ayaklarımız biraz yorulmaya başladı ama moralimiz yerindeydi. Adrianou 31 civarına gittik, burası akşamları tam bir taverna cenneti! Canlı müzik çalan mekanlar, her köşeden gelen kahkahalar ve tabii ki leziz Yunan yemekleri… Birkaç mekana göz attık ve en sonunda canlı müziğin bizi çağırdığı bir tavernada oturduk. Sirtaki müziği eşliğinde yemeğimizi yedik, biraz da dans edenleri izledik. Gerçekten çok keyifli bir atmosfer vardı!
Couleur Locale’de Rooftop Manzarası ve Son Durak Little Kook
Yemek sonrası soluğu Couleur Locale adlı rooftop barda aldık. Ah, ne manzara ama! Akropolis’in gece ışıkları altında parıldadığı bu mekanda birbirinden güzel kokteyller denedik. Burası hem keyifli vakit geçirmek hem de Akropolis’i izlemek için harika bir yerdi.
Tam eve dönüyorduk ki, Psyrri sokaklarında Little Kook adlı bir mekanın yanından geçtik. Aman Tanrım! Sokak resmen bir masal dünyasına dönüşmüş. Neon ışıklar, dev dekorlar, her yer rengarenk… Kısacası görmeden geçmeyin diyebileceğimiz bir yer. Burada da birkaç fotoğraf çektik ve bu renkli sokağı hafızamıza kazıdık.
Böylece Atina’daki ilk günümüzü dolu dolu tamamladık. Hem şehri keşfetmeye doyamadık hem de bir sürü unutulmaz anıyla dönüyoruz eve. 😊 Atina’nın tadını çıkarmak isteyen herkese tavsiye ederiz!
Atina’da İkinci Gün: Tarihin Kalbine Yolculuk
İkinci günümüzü, Atina’nın antik kalbine adım atarak başlattık. Güneş henüz yeni yükseliyordu ve biz Akropolis’in eteklerindeki Odeon‘a doğru yürüdük. Burası, bir zamanlar Yunan trajedilerinin ve konserlerinin sahnelendiği bir tiyatro. Günümüzde ise hala etkinliklere ev sahipliği yapıyor ama sabahın erken saatlerinde sadece sakinliğiyle sizi kucaklıyor. Basamaklara oturup, gözlerimizi kapatarak burada yüzyıllar önce yaşananları hayal etmeye çalıştık.
Sonrasında, Akropolis’in zirvesine tırmanmaya başladık. Biliyorsunuz, Atina’da bir tepeye tırmanıyorsanız mutlaka buna değecektir! Havanın berrak olduğu bu günde, Atina manzarası ayaklarımızın altına serildi. Şehir, bir zamanlar güçlü bir imparatorluğun merkezi olan bu yerden oldukça sakin görünüyor. Ancak tarih ve modernlik bu kadar iç içe olunca insan şaşırmadan edemiyor.
Zirveye vardığımızda, işte o an! Karşımızda tüm heybetiyle Parthenon duruyordu. Bu devasa yapı, Yunan mimarisinin zirvesi olarak biliniyor. Onunla fotoğraf çekmeden olmazdı! Bir yandan etrafı izleyip, taşların üzerindeki detayları inceleyip, bir yandan da “Bunlar acaba buraya nasıl taşındı?” diye düşündük. Taşların her biri, adeta tarihe meydan okuyor.
Ardından, Akropolis’teki diğer önemli yapılardan birine yöneldik: Nike Tapınağı. Adeta bir zaferin sembolü gibi yükseliyor. Tapınağın yanında, Atina manzarasını izlemek için bir mola verdik. Burada biraz espri yapmadan olmazdı, o kadar yol geldik sonuçta. Tapınağın basamaklarına oturup, “Bu kadar tepede olmak, tanrıları daha yakından görmek için olmalı!” diye şakalaştık.
Son olarak, Akropolis’teki Erechtheion‘un önüne geldik. Bu tapınağın özelliği, meşhur Karyatid heykelleriyle süslenmiş olması. Bu zarif heykelleri izlerken, her biri sanki canlıymış gibi hissettiriyor. Akropolis’ten aşağıya doğru inerken, bir yandan antik Yunan’ın ne kadar güçlü bir medeniyet olduğunu düşündük, diğer yandan ise bu görkemli yapılar arasında yürürken kendimizi bir film setindeymişiz gibi hissettik.
Zirvedeki gezimizi tamamladıktan sonra, Akropolis’ten inip Atina Agora’sına doğru yol aldık. Antik Yunan’ın ticaret ve sosyal merkezi olan bu alan, şehrin en hareketli noktalarından biriydi. Hephaistos Tapınağı‘nı görür görmez etkileyici mimarisi ve hala oldukça iyi durumda olan yapısıyla bizi büyüledi.
Agora’nın içerisinde yürürken, Yunan filozoflarının heykellerine rastladık. Bu iki heykelin Sokrates ve Platon olduğunu öğrenince, burada filozofların düşüncelerini nasıl tartıştığını hayal etmekten kendimizi alamadık. Tabii biz de kendi aramızda biraz tartışıp “Akşam yemeği için ne yesek?” diye konuşmaya başladık.
Antik Agora’nın diğer bir dikkat çekici yapısı ise Stoa of Attalos oldu. Burada, Yunanların ticaret yaptığı kapalı çarşı hissini tam anlamıyla yaşayabiliyorsunuz. Uzun sütunlar ve geniş açıklıklarla dolu bu yapının önünde biraz dinlenip, gölgede soluklandık.
Akşamüstü şehre geri döndüğümüzde, Atina sokaklarının karmaşık ve canlı atmosferi bizi karşılıyordu. Küçük dükkânlar, kafeler ve tarihi dokusunu kaybetmemiş dar sokaklar arasında yürürken, kendimizi şehirle bütünleşmiş hissettik. Atina’nın sokakları, Akdeniz ruhunu hissettiren detaylarla dolu.
Akşam yemeği için tercihimiz, şehrin göbeğinde otantik bir Yunan tavernası oldu. Hem mükemmel Yunan mezeleri hem de lezzetli deniz ürünleri eşliğinde keyifli bir akşam geçirdik. Rakıya benzeyen Ouzo’yu denemek de bu akşamın önemli bir parçasıydı. Bu keyifli anları fotoğraflayarak unutulmaz kılmak istedik.